20 Eylül 2009 Pazar

uyanma vaktidir!

babam sağ olsun, 06:30'da uyandım. 2 saatlik uykuyla önce bayram namazı kılındı. kahvaltı vs derken, akraba ziyaretleri sayesinde samsun turu atılıp, üzerine 3 tane 50'lik bira içildi(bayram kutlanmalı ama di mi?)(ayrıca kendimin olanların dışında çokça da abimden ve kuzenden otlandım, muhtemelen 4-5 tane 50'lik gibi bi miktar çıktı ortaya.. neyse)

akşamleyin gidilecek olan cenaze evi için ayakta durmaya çalışıyorum. bol kahveli bi neskafe iyi gelir diye umuyorum.

üzerime sinen bira ve sigara kokusunu saymazsak, güzel geçen bi gündü. birçok hayal kırıklığını da barındırdı tabi içinde.

bi de yeni hattım cümlealeme hayırlı uğurlu olsun. alıcam alıcam dedim alabildim sonunda. ikinci telefonun da ele geçmesi ile birlikte ikinci hattın da yolu açılmış oldu haliyle.

uyku, bayram, ben üçlemesi..

saat 04:32..

sabah kaçta uyandıracaklar acaba beni.. :S

bütün bir gün mal gibi dolaşmayı istememekle beraber, uyumak da istemiyorum. iki ucu boklu değnek. ben bu deyimi çok kullanır oldum ya neyse.

bi sigara içip uyusam iyi olacak..

ha bu arada,

özgürlük!

6 Eylül 2009 Pazar

şarabım, sigaram, iki kardeşim..

biri elimde, biri ciğerlerimde, biri yanımda ve diğeri de kameramın tam karşısında.

hissettiğim şey tam olarak huzur. evet, huzur.. uzun zamandır böyle hissetmemiştim. buna eminim.


ama o anladı, o beni anladı.. dibine kadar..

17 Temmuz 2009 Cuma

part 1:

naber lem sevgili günlük. ben fena değilim ya. iyi sayılırım hatta. iyiyim lan hatta.. valla..

yazmış olmak için yazmıyorum yahu. içimden geldiği için.. her neyse,

başlangıcı nereden alsam diye düşünüyorum da. istanbul'a dayanıyor.. hatta biraz daha bile eskiye. birkaç hafta falan..

olmuyordu hiçbir şekilde, sanırım yapamıyorduk, ya da ben yapamıyordum. bilmiyorum artık. yapamayan bir taraf vardı en azından. orası kesin.. günden güne daha da zor oluyordu birşeylere katlanmak. her gün 'gideceksin bir gün' lafını duya duya insan, gideceğini sanıyor bir gün gerçekten. ki oldu o da.. gittim ben. olabilecek en salak şekilde hatta. niye öyle yaptım bilmiyorum. çok ilginç. ama içimdeki dürtüyü durduramadım. gitmem gerekti ve hiçbir zaman yapamadığım gibi bu sefer de yapamamıştım. gittim ama giderken yıktım her şeyi. yaktım. o zaman pişman değildim. şimdi de pişman mıyım bilmiyorum açıkçası. ama o zamanki gibi hissetmediğimi biliyorum. birçok şey çok farklı bu gün. bir şeylerin eksikliği hep orada. bıraktığım yerde.. her neyse.. mekan istanbul. ve ben gittim. hiç gitmediğim gibi hem de.. o gün, bütün gün yani, simülasyonlar vardı aklımda.. içtik ata'yla taksim sokaklarında, cebimizdeki üç kuruşla.. eve dönerken, 'bitti abi' dedim.. 'bitti'.. nasıl olacaktı bilmiyordum ama, bitecekti. içimi dolduran şeyler vardı ve ben dayanamadım. ilk defa o kadar aciz hissettim kendimi. ileri sürebileceğim hiçbir mantıklı sebep yokken götümden uydurduğum şeylerle, bitti(m).. haklı görüyordum kendimi. mantıklı olan da buydu aslında. öteki türlü boşluğun ortasına düşerdim. hazır kafa iyiyken, diyebileceğim her şeyi derim. ne olursa olur dedim. birçok kez beni çizgiden döndüren alkol, bu sefer kaleye girmeme sebep oldu. cesaretli oluyor insan içince. çok daha kesin kararlar alabiliyor. bunu bile bile içtim belki de. belki o gücü bulabilirim diye.. bulmuştum. ama bazı şeyleri bulmuşken, bazı şeyleri de kaybettim. cansuyu mu kaybettim. bunu bir süre sonra fark etmiş olmam birşeyleri değiştirmeyecek asla. biliyorum. ama insan geç de olsa fark ediyor be günlük. valla bak..

belki de ihtiyacım olan tek şey nefes almaktı. toprağımı delip, gün ışığını görebilmekti biraz. belki öyle daha iyi olabilirdi. daha az yorulurdum belki.

ama her şey oldu, bitti..

end of part 1..

21 Haziran 2009 Pazar

işbaşı. tdk'ye baktım böyle yazılıyormuş. her neyse. yarın, belki de uzun sayılabilecek bir maratonun ilk günü. 3 aylık yaklaşık. şimdiye kadar yaşanan hayatı baz aldığımızda uzun sayılabilecek bir süreç aslında bu. ne derece mutlu olurum ne derece canım sıkılır bilmiyorum ama, her şeye rağmen bir adım atmak gerek geleceğe. kafam dağılır belki, fazla düşünmeye fırsatım olmaz birçok şeyi. düşünmemek güzel şey, bazen düşünememek bile daha iyi hatta.

o değil de, nasıl geçti o 3 gün.. midem kaldıramayacak sandım az kalsın.. otobüste uyuyamama sorunum yine başgösterdi sağolsun. otobüs yolculuğundan bir gün önce aldığım karar itibariyle, gece uyunmayacaktı ve sabahleyin erkenden doktora gidilecekti. malum uyursam eğer, önceki iki günde olduğu gibi yine sallayacaktım doktoru. bu sefer öyle olmadı. sabahın köründe gittim hastaneye, gördüm işlerimi, sonrasında eve döndüm. ki saatler o anda yanlış hatırlamıyorsam öğleden sonra 1'i gösteriyordu. otobüsüm akşam 6'da olduğundan yaklaşık beş saatlik koca bir vakit aralığını uyumadan geçirmem gerekti. evde laptop başında oturup oyun oynarken içimden çokça uyumak isteği geçse de direndim. saatlerimiz 6'yı gösterdiğinde de izmir'e uzanan yolda buldum kendimi. her seferinde olduğu gibi, muavinin yaptığı anons yine içimi titretti.. " normal hava ve yol şartlarında yaklaşık olarak 15 saat sürecek olan otobüs yolculuğunuz boyunca....." diye giden anons beynimde çınladı bir süre.. öyle ya da böyle.. zaman gerçekten çok çabuk geçiyor. 15 saatin ardından kendimi izmir otogarında buldum. sonrasında bornova kampüs ve yurt..

geceleyin doğru düzgün uyuyamamış olmanın verdiği aptallıkla ayakta durmaya çalışan ben, daha adım attığım ilk günden gezme tozma girişiminde bulundum ki, iyi ki yapmışım. özlediğim kardeşlerimi görüp özlem gidermek insana güç veriyor gerçekten. ilk gün tuğba'yı gördüm, ki hakkaten özlemişim.. yurtta beraber paylaştığımız günlerden sonra yaklaşık birkaç hafta görüşememek koyuyor insana..akşamüstü yurda döndüğümde beynimde fırtınalar kopmuş, durulmuş, daha sonra belirli kesimlerde uyuşmalar gerçekleşmişti. ciddi anlamda uykusuzdum ama bir o kadar da baskı altında hissettim kendimi bir sonraki günün sabahında olan sınavdan dolayı. pek(neredeyse hiç) çalışmamış olmanın getirdiği gerginlik, uykusuzluktan öne çıktı. hayliyle kitabı açıp bakındım bir süre. bendeki de kafa tabi.. bir yere kadar. bir süre sonra o uykusuzluk, her şeyin önüne geçip sarıyor insanın bedenini. ben de teslim oldum zaten kısa bir süre sonra.

sınav sabahı garip bi mide bulantısıyla başladı gün. heyecandan muhtemelen. biraz da gerginlikten tabi. sınav sırasında geçti tabi. bir de o edebiyat fakültesinin sınıfları ne ilginç öyle. sıralarını hiç sevmedim. hayli rahatsız şeyler. her neyse, sınav çıkışı asıl bomba görüşme için önce 525 ile bornova metroya, oradan da konak'a geçtim kardeşim gökhan'la buluşmak için. öz değil ama hiçbir farkı yok ne de olsa :). alsancak'ta bi mekana kurulduk. hoş mekandı. her biranın yanında yer fıstığı getirdiler. bi de masadaki her dördüncü biradan hemen sonra patates kızartması veriyorlarmış ki fena tav oldum o olaya. güzel taktik valla. tuttum. biraları içip, muhabbetimizi yaptıktan sonra, nargile içilebilecek bir mekan aradık. buradan nargile tutkunu bütün gençlere sesleniyorum. kavunlu nargile güzel değil abicim. şaşmayın elmadan hehe:). gökhan'ımdan da ayrıldıktan sonra çantayı toplayıp otogara yollanma vakti geldi. geçen çok güzel iki günün ardından otogar yolu çekilmedi hiç.. ayaklarım geri gitti resmen ama yapacak bir şey yok haliyle..

saatlerimiz 8'i gösterdiğinde bir diğer anons çınladı beynimde.." normal hava ve yol şartlarında yaklaşık olarak 15 saat sürecek olan otobüs yolculuğunuz boyunca....." vs vs.. yine 15.. nefret ettim bu sayıdan.. gerçi gecenin bir yarısı otobüsün motoru bozuldu.. bir saat yolda kaldıktan sonra yolculuk süresi 16 saate çıktı ama olsun..

uzun bir süre, uzun otobüs yolculuğu istemiyorum artık. lütfen!

18 Haziran 2009 Perşembe


günün en duru ve sakin saatleri olan gündoğumu saatini seviyorum.

tıpkı mevsimlerin en serini ve en sadesi olan sonbaharı sevdiğim gibi...

ikisinin de ortak özelliği hiç ummadığım anda içimi titretiyor olmaları.

yoldan geçen birileri var. duyuyorum ayak seslerini. biryere yetişme telaşları adımlarının sıklığından belli.

kumruların sesini bastıran motorlu taşıt seslerini duymak üzücü günün bu saatinde.

güneşe bakamadım. eskiden olsaydı yapardım. çok yapardım çünkü o zamanlar. eskiden yani. alışıktı gözlerim.

ama şimdi olmadı. güneşe bakmayalı uzun zaman olmuş demek ki bu saatlerde. gözlerim kamaştı..

ama yine de güzel bir sabah. duru, sakin ve sessiz..

seviyorum bunu, evet..

Öğüt

derin bir nefes çek hayattan
hayattan aldıklarını cebinde sakla
sakla ki, yarınını gör
gördüklerin karşısında korkma
korkmadığını göster yarına
yarına umutla bakmayı dene
denemeden olmaz, bilirsin bunu
bunu da unutma, hatta yaz bir kenara
kenara itilme birileri yüzünden
yüzünden eksik olmasın neşen
neşeni çarçur etme, değmez, bilirsin
bilirsin zor hayat
hayatına yön ver
verme öyle herkese ruhunu
ruhunu teslim etme şeytana
şeytan pusuda
pusuda hayat
hayat zor
zor, acı..

yeni bir gün ışığı. yine mi demeli yoksa.
yaz geldi! bir kez daha farkına varmak ne acı..
fakat ayaklarım üşüyor.
izmir, otobüs, 15 saat..
sınav, 3 saat..
tekrar samsun, otobüs, yine 15 saat..
3 günlük zorlu maraton başladı.
yaklaşık mesafe 3000 kilometre.
koş babam koş..
22 haziran işe başlama zamanı, garsonluk, kötünün iyisi.
bir de sanırım reset çekme vakti geldi, kafaya?
şu sınavı bir atlatsak.
ne olacaksa olsun ama, geçsin artık yahu.
sıkıldım beklemekten.
yaz sonu için güzel sürprizlerim var kendime.
bir de yaz boyunca yıkılacak yeni duvarlar var.
yıkmak gerek.
sabretsem mi yeni bir şans için,
yoksa itsem mi elimin tersiyle emin olamadım.
birşeylerin kararını vermek zamanı geldiğinde
umarım arkasında duracağın kararlarım olur.
umarım.

28 Şubat 2009 Cumartesi

sana kafam girsin öss

bir öss deneme sorusu..


Dede torununa; "Ufuk, ben senin bugünkü yaşının 2 katı yaşta iken sen o zaman kızkardeşinin o günkü yaşının 3 katı yaştaydın ve kızkardeşin de bugünkü yaşının 1/4 ü kadar yaştaydı." diyor. Bu konuşmaya göre kızkardeş Ufuk'un bugünkü yaşına geldiğinde dedenin yaşının Ufuk'un yaşına oranı kaç olacaktır?